Yolculuk hazırlığı yaparken, masum bir su şişesi, küçük bir deodorant ya da ev yapımı meyve suyu bile güvenlikte sorun çıkarabiliyor. “Kaç mililitre?”, “Geçer mi?” soruları daha evden çıkmadan akla geliyor. Havalimanına vardığınızda ise tanıdık uyarı tekrar karşınıza çıkıyor:
“Efendim, bu sıvıyı almanız mümkün değil. 100 mililitrelik sınırı aşıyor.”
Yıllardır yolcuların seyahat konforunu etkileyen bu sınırlama artık bazı ülkelerde esnetilmeye başlandı. El bagajındaki 100 mililitrelik sıvı sınırlaması gibi kurallar, yerini daha esnek uygulamalara bırakıyor.
Peki bu düzenleme neden kondu, teknoloji o dönem neden bu tehdidi yönetemedi?
Cevap, 2006 yılında İngiltere’de ortaya çıkarılan ve küresel havacılık güvenliğinde kırılma noktası olarak kabul edilen bir terör saldırısı planına dayanıyor. "Transatlantik Sıvı Patlayıcı Komplosu" olarak bilinen bu olayda, bir terör hücresi İngiltere’den Kuzey Amerika’ya yapılacak yedi ayrı uçuşta, el bagajına yerleştirilmiş sıvı patlayıcılarla eş zamanlı saldırı düzenlemeyi hedefliyor. Şeffaf içecek şişelerine yerleştirilmesi planlanan bu maddelerin, uçakta kimyasal olarak birleştirilerek güçlü patlamalar oluşturması amaçlanıyor. Saldırganlar, peroksit bazlı sıvıları sportif içecekler gibi göstererek taşımayı planlıyor. Ancak dönemin X-ray sistemleri bu maddelerin kimyasal yapısını analiz edemiyor. Metal içermeyen bu içerikler, şekil ve yoğunluk açısından sıradan sıvılardan ayırt edilemiyor. Görüntü çözünürlüğü düşük, kontrast seviyesi yetersiz; sistemler yalnızca nesne biçimi ve metal varlığı üzerinden değerlendirme yapabiliyor. Bu yetersizlikler, tehdidin teknik olarak ayrıştırılamamasına ve güvenlik otoritelerinin sert kısıtlamalar getirmesine yol açıyor.
10 Ağustos 2006’da İngiliz istihbaratı saldırıyı engelliyor, 24 kişi gözaltına alınıyor. Ancak bu girişim, küresel ölçekte acil sıvı yasağının başlamasına neden oluyor. El bagajında 100 ml üzeri sıvılar ve jeller yasaklanıyor, şeffaf poşet zorunluluğu getiriliyor. Başlangıçta geçici kabul edilen bu önlem, teknolojik kısıtlamalar nedeniyle kalıcı hale geliyor.
Fakat artık bu sorunun yanıtı değişmek üzere. Gelişen teknolojiyle birlikte, el bagajındaki sıvıları şişesinden çıkarmadan ve açmadan içeriğini analiz etmek mümkün hale geldi. Tıpkı hastanede uygulanan tomografi gibi çalışan bu sistemlere “CT tarayıcı” deniyor. Valizin içini üç boyutlu tarayan bu cihazlar, patlayıcı potansiyeli taşıyan sıvılarla limon kolonyası arasındaki farkı güvenle ayırt edebiliyor.
“CT tarama sistemleri” olarak bilinen bu bilgisayarlı tomografi cihazları, döner bir X-ışını kaynağıyla bagajı çok açılı şekilde tarıyor. Farklı açılardan elde edilen görüntüler bir algoritmayla üç boyutlu hacimsel modele dönüştürülüyor. Bu sayede çantanın içindeki her nesnenin şekli, yoğunluğu ve konumu detaylı şekilde analiz ediliyor. Geleneksel X-ray sistemlerinden farklı olarak bu cihazlar, yalnızca yoğunluk değil, doku karakteristiği ve atomik numara üzerinden de ayrım yapabiliyor. Bu özellik sayesinde tehlikeli sıvılar, zararsız sıvılardan güvenle ayrıştırılabiliyor. Ayrıca sisteme entegre otomatik tehdit tanıma yazılımları (ATR) potansiyel riskleri operatör müdahalesine gerek kalmadan tespit edebiliyor. Gelişmiş modellerde Raman moleküler spektroskopisi gibi tekniklerle sıvının kimyasal yapısı doğrudan analiz ediliyor; bu da su, kolonya ya da peroksit bazlı bir patlayıcı arasında kesin ayrım yapılmasını sağlıyor.
İngiltere, İrlanda ve İtalya gibi ülkelerde bu sistemler aktif olarak kullanılıyor. Yolcular, iki litreye kadar sıvıyı çantadan çıkarmadan taşıyabiliyor. Elektronik cihazları da çantadan çıkarmaya gerek kalmıyor. Hem güvenlik işlemleri hızlanıyor hem de yolcu deneyimi daha akıcı hâle geliyor. Ancak bu sistemlerin yaygınlaşması hâlâ ciddi bir maliyetle karşı karşıya. Her bir cihazın fiyatı 80.000 ile 300.000 dolar arasında değişiyor. Bu maliyet yalnızca cihaz alımıyla sınırlı kalmıyor; kontrol noktalarının yeniden düzenlenmesi, personelin teknik eğitimi, yazılım entegrasyonu ve bakım anlaşmaları gibi süreçler de bütçeyi geniş ölçekte etkiliyor. Büyük havalimanlarında yüzlerce kontrol hattı bulunması, ihtiyaç duyulan cihaz sayısını artırıyor. Pandemi sonrası toparlanmaya çalışan havacılık sektöründe bu tür yatırımların zamana yayılması kaçınılmaz hâle geliyor.
Türkiye’de ise hâlâ 100 ml sıvı kısıtlaması yürürlükte. İstanbul Havalimanı gibi yeni nesil terminallerde CT tarayıcılar bazı güvenlik noktalarında kullanılabiliyor. Ancak resmî düzenleme henüz değişmediği için yolcular hâlen bu sınırlara uymak zorunda kalıyor. Ankara, İzmir ve Antalya gibi diğer büyük havalimanlarında bu sistemlerin kapsamlı kullanımı hakkında açık bilgi paylaşımı yapılmış değil. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından da şu ana dek geniş bir geçiş takvimi yayımlanmış değil.
Teknoloji gelişiyor, kurallar değişiyor. Ama bu dönüşüm, yolcuyu da düşünen, süreci kolaylaştıran bir güvenlik anlayışıyla desteklenmeli. Çünkü yolculuğun nasıl yaşandığı da önemli. Bir bardak çay gibi, hediyelik eşyanın ya da kişisel bakım ürünlerinin rahatça taşınabildiği bir seyahat, insanı daha keyifli ve daha az stresli hissettiriyor. Dünyada eğilim artık katı yasaklar yerine daha akıllı sistemlere yöneliyor. Türkiye'nin de bu dönüşümü zamanla tamamlaması mümkün.
Belki yakın gelecekte, memleketten getirdiği limon kolonyasını çantasına koyan bir yolcu, güvenlikte durdurulmadan uçağına binebilir.
Çünkü güvenlik artık sadece neyi yasakladığınızla değil, neyi doğru şekilde tespit edip yönetebildiğinizle ölçülüyor.
![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |